DİĞER / Tarih

Sultan Alp Arslan Kimdir?

03 Mart 2020

Horasan Meliki Çağrı Bey’in oğludur. Doğum tarihini XII ve XIII. yüzyıl tarihçileri 424 (1032-33), daha sonraki kaynaklar ise 421 (1030) olarak vermektedirler. Ancak Ortaçağ İslâm tarihçilerinin en güveniliri kabul edilen İbnü’l-Esîr, devrinin diğer tarihçileri gibi 424 yılını kaydetmekle birlikte, 420 Muharreminde yapıldığı bilinen Selçuklu-Karahanlı savaşı başlamadan önce Çağrı Bey’e bir oğlu olduğu müjdesinin gelmesi olayını da kaydederek gerçek doğum tarihini 1 Muharrem 420 (20 Ocak 1029) şeklinde vermektedir. 

Alparslan, amcası Sultan Tuğrul (Bey) Ramazan 455’te (Eylül 1063) arkasında evlât bırakmadan ölünce, kendi vasiyeti üzerine tahta çıkarılan Süleyman’ın sultanlığını kabul etmemiş ve derhal mücadeleye girişmiştir. Çağrı Bey’in son zevcesinden doğan, dolayısıyla Alparslan'ın kardeşi olan en küçük şehzade Süleyman, annesinin Çağrı Bey’in ölümü üzerine amcasıyla evlenmiş olmasından ötürü Tuğrul Bey’in üvey oğlu durumuna gelmiş ve annesi ile Vezir Amîdülmülk el-Kündürî’nin gayretleri sonucunda da veliaht tayin edilmişti. Alparslan, Tuğrul Bey’in ölümünden hemen sonra Vezir Amîdülmülk tarafından tahta çıkarılan Süleyman’a karşı harekete geçmeye hazırlandığında, ağabeyi Kirman Meliki Kavurd, amcası Mûsâ İnanç Yabgu, Çağrı ve Tuğrul beylerin amcazadeleri olan Selçuk’un torunu Kutalmış da taht üzerinde hak talep ediyorlardı; bunlardan Kutalmış üç yıl önce Tuğrul Bey’e karşı isyan etmişti. Alparslan, önce kendisini emniyete almak için, Tuğrul Bey’in ölümü üzerine isyan eden Huttalân ve Sagāniyân emîrleri ile Herat’ta bulunan ihtiyar amcası İnanç Yabgu üzerine yürümek zorunda kaldı. Âsi emîrleri itaat altına aldıktan sonra İnanç Yabgu’yu da mağlûp ederek taht üzerindeki hak talebinden vazgeçiren ve onu tekrar eski yerinde bırakan Alparslan, büyük bir ordu ile imparatorluk başkenti Rey’e doğru hareket etti. Ancak onun bu meşguliyetinden dolayı gecikmesi sırasında kendi adına hutbe okutarak sultanlığını ilân eden Kutalmış 50.000 kişilik ordusuyla Rey üzerine yürümüş ve karşısına çıkarılan kuvvetleri bozguna uğratarak Vezir Amîdülmülk’ü muhasara altına almıştı. Tahta çıkarılan Süleyman ise sultanlığını kabul etmeyen rakiplerine göre kendi zayıflığını fark ederek daha önce Rey’i terkedip Şîraz’a çekilmişti. Kutalmış’ın karşısında uzun süre dayanamayacağını anlayan Amîdülmülk, Alparslan’dan yardıma gelmesini isteyerek onun adına hutbe okuttu. Böylece olayların başından beri Alparslan’ı sultan olarak görmek isteyen ordu içindeki pek çok kumandan ve askeri de memnun etmiş oluyordu. Alparslan’ın yaklaşmakta olduğunu haber alan Kutalmış muhasarayı kaldırıp savaşı kabul edebileceği uygun bir yer olan Damgan civarında Milh vadisine geldi ve akarsuların yönünü değiştirerek çevreyi bataklık haline getirdi. Fakat savaş alanında önceden tertibat almasına ve ordusunun da daha güçlü olmasına rağmen, 1063 yılının son günlerinde cereyan ettiği sanılan savaşta mağlûp oldu ve dağılan ordusunu kendi kalesi Girdkûh’a doğru çekmeye çalışırken kayalık bir bölgede atından düşerek öldü. Alparslan’ın hükümet merkezine girmesi üzerine de İsfahan’a kadar ilerlemiş olan Kirman Meliki Kavurd kendi topraklarına geri döndü ve Alparslan adına hutbe okuttu. Alparslan’ın Rey’de tahta çıkmasından ve adına hutbe okutup sikke kestirmesinden sonra saltanatı, Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh tarafından da mûtat törenlerle tasdik ve ilân edildi (7 Cemâziyelevvel 456/27 Nisan 1064).

Alpaslan, hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne doğru büyümesine daha çok önem vermiş; batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi sağlamak amacıyla harekâtta bulunmuştur. Bunun başlıca nedeni, babası Çağrı Bey’in kırk beş yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için en uygun yerleşme alanı olarak görülmesidir. XI. Yüzyılın başlarından itibaren aralıksız süregelen göçler dolayısıyla Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına dağılan ve yer yer toplumsal rahatsızlıklara da sebebiyet veren bu Türkmenlerin alışkın oldukları koşullara uygun bir memlekete yerleştirilmeleri gerekiyordu.

Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ile Horasan’dan getirdiği eski veziri Nizâmülmülk ile birlikte Rey’den Azerbaycan’a doğru hareket etti. Yol boyunca fetihlerini sürdürerek ulaştığı Doğu Anadolu’da Bizanslıların elinde bulunan, bölgenin en korunaklı kenti Ani’yi kuşattı. 16 Ağustos 1064 tarihinde bu kent Selçukluların eline geçti.  

Alpaslan, Kirman Meliki Kavurd’un isyankâr tutum takındığı haberini alınca, Doğu Anadolu’daki hare­kâtını yarım bırakarak Rey’e döndü ve Aralık 1064’te oradan Hemedan’a geçti. Kavurd’un af dilemesiyle sonuçlanan bu olaydan sonra, Horasan Melikliği sırasında oturduğu Merv’e giden Alpaslan o kışı orada geçirdi. 1067 yılı başlarında Kirman Meliki Kavurd yeniden isyan etti. Alparslan’ın, ağabeyi, Kavurd’u bağışlaması onu iyilikle kendine bağlamaya çalıştığını göstermektedir. Ancak Kavurd ile başkalarının yine isyan etmeleri üzerine Alpaslan, 1068 yılı başlarında ikinci kez Kafkasya üzerine yürüdü. Amacı bütün Azerbaycan’ı bir daha huzursuzluk kaynağı olmayacak biçimde Selçuklulara bağlamaktı.   

Alpaslan’ın her iki Kafkasya - Doğu Anadolu seferini de yarım bırakmış olmasına rağmen Türklerin Anadolu’daki ilerlemeleri sürüyordu. Bu arada Türkmen seferlerinin Bizans İmparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başladığını gören Bizanslılar, 1068 yılında tahta ge­çen Romanos Diogenes’e kurtarıcı gö­züyle bakıyorlardı. Anadolu’da olaylar, kaçınılmaz bir Romanos Diogenes - Alpaslan karşılaşmasına doğru tırmanırken, Alpaslan Suriye ile meşguldü ve Mısır’daki Şiî Fatımî iktidarını yıkmayı hedef edinmişti. Suriye’nin Selçuklu Devleti’ne geçmesini arzu eden Hamdânî Hükümdarı Nâsırüddevle, Alpaslan’dan Fatımilere karşı yardım istedi. Bunu fırsat bilen Al­paslan, Temmuz 1070’de büyük bir ordu ile hareket ede­rek, Malazgirt ve Erciş kalelerini aldıktan sonra, Meyyâfârikin (Silvan) ve Amid (Diyarbakır) yöresine inerek Urfa önlerine yürüdü (Ekim 1070). Bizans kalelerini de aldıktan sonra Mirdâsîlerin elinde bulunan Halep’e yöneldi. Bu sırada Al­paslan, Şam üzerine yürümeyi planlarken bir Bizans elçisi gelerek imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık Menbic’i Selçuklulara bırakmak istediğini söyledi. Elçiye olumsuz yanıt veren Alpaslan, Batı Anadolu’dan Ahlat’a dönen Emir Afşin’den aldığı ve Anadolu’da ciddi bir Bizans tehlikesi bulunmadığını bildiren rapora güvenerek, planında değişiklik yapmadı. Ancak aynı günlerde Diogenes’in büyük bir ordu ile Anadolu’ya hareket ettiği haberini aldı. Alpaslan ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak, 6 Nisan 1071’de Musul’a doğru hareket etti. Romanos Diogenes’in Anadolu’da ilerlerken topladığı takviye güçlerle 200.000 kişiye varan ordusu­nun o güne kadar görülmemiş donanımı, Bizanslıların bütün güçleriyle ve son sözlerini söylemek amacıyla geldiklerini ortaya koyuyordu. 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Ovası’nda yapılan meydan savaşı gerçekten son sözün söylendiği bir savaş oldu. Selçukluların elde ettiği büyük zafer Türklere Anadolu kapılarını açarak dünya tarihinin geleceğine yön verdi.

Üstün güçlerine rağmen Bizanslıların yenilmelerinde rol oy­nayan en önemli etken ise Alpaslan’ın uy­guladığı savaş planıydı. Alpaslan, Türklerin tarih boyunca kara ve deniz savaşlarında her zaman kullandıkları, merkeze yerleştirilen zayıf fakat süratli birliklerin geri çekiliş görüntüsüyle düşmanın merkez kuvvetlerini peşlerine takıp yan cenahların arasına sokmaları ve hızla geri dönerek çembere almaları taktiğini uygulamış, Bizans kıtalarının kolay manevra yapamamaları da başarıya ulaşmasını çabuklaştırmıştı. Alpaslan, yenik düşen Bizans İmparatoru’na şeref misafiri muamelesi yapmıştı. İki hükümdar arasında dostluk kurulmuş ve metni bugün mevcut olmayan bir barış antlaşması imzalanmıştı. Ancak Romanos Diogenes’in gıyabında tahttan indirilmesi ve bir süre sonra da hileyle ele geçirilerek, gözlerinin oyulup ölümüne sebebiyet verilmesi (4 Ağustos 1072) üze­rine bu antlaşma hükümleri uygulana­mamıştır.

Alpaslan, önemli bir direnişle karşılaşmadan Karahanlıların topraklarında ilerlerken, bir süre kuşatmaya direndikten sonra teslim olan Barzam Kalesi komutanı Yusuf Harizmî (Barzemî) tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle vurularak ağır biçimde yaralan­dı ve dört gün sonra da şehit oldu (24 Kasım 1072).

Batı Türklerinin atası kabul edilen Alpaslan, Arap ve Bizans tarihçilerinin görüş birliği içinde belirttikleri ve kendisine verilen unvan, künye ve sıfatların da açıkça gösterdiği gibi çok cesur, yiğit ve kudretli, azamet sahibi bir kişiliğe sahipti. Heybetinin yanında adaleti ile de ün yapmış, ağabeyi Kavurd’a ve Romanos Diogenes’e yaptığı muamelelerden de anlaşıldığı gibi bağışlayıcı ve hoşgörü sahibi olduğunu defalarca göstermiştir. Oldukça dindar bir Müslümandı ve dinî hükümlerin sadakatle uygulayıcısı olarak tanınıyordu. Onun bu yönü, halk arasında velî derecesine yükseltilmesine ve kendisine pek çok kerametler isnat edilmesine yolaçmıştır. Sarayında, günde elli koyun kesilen bir imaret bulunduğu ve ayrıca adları listeler halinde düzenlenen fakirlere harçlık dağıtıldığı eski tarihlerde kayıtlıdır. İslâmiyet’in henüz girmediği ülkelerde aldığı her kente hemen bir ca­mi yaptırdığı; askeri çalışmalarından dolayı yeterince fırsat bulamadığı imar işlerini ile bilim, fikir ve sanat adamlarını toplayıp devlet koruması altına almak gibi toplumsal faaliyetleri de veziri Nizâmülmülk’ün eliyle yürüttüğü bilinmektedir. Bastırdığı altın paraların çokluğu da devrindeki ekonomik gelişmeyi ve refahı gös­termektedir.



 

            

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR


Yorum Yap


Girilecek rakam : 252396
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.